ulasbey facebook ulasbeyin futbol damari »

28 Aralık 2009 Pazartesi

aralık

aralık ayı hep depresif sanırım.
bu sene daha az ama.

26 Ekim 2009 Pazartesi

"tatlı bela"

1999da kurulup 2005-2006 arasında dağılan yani "eski" olmuş bir grup olan pancake- daha sonradan isim "sekiz" oldu. sanırım çıkardıkları demonun 8 şarkıdan oluşmasından dolayı falan-'in o meşhur şarkısının sözleri:



sen herkesi o herşeyi birbir itip giderken
neden durmadın orda e mutlumusun onunla
o zaman sorma bana nasıl yapıcam nasıl kaçıcam
sorma
gerçekten istemezsen kurtulamazsın..

ne buldun onda, ne tattın yanında
farkındamısın, o sadece tatlı bir bela

sen herkesi o herşeyi birbir itip giderken
neden durmadın orda e mutlumusun onunla
o zaman sorma bana nasıl yapıcam nasıl kaçıcam
sorma
gerçekten istemezsen kurtulamazsın..

artık kelimeler tükendi
kendine bile saygın yok
herkes sana acırken
sen ona nasıl acırsın..

ne buldun onda, ne tattın yanında
farkındamısın, o sadece tatlı bir bela

25 Ekim 2009 Pazar

bir renk.




Kendi dumanımda tutulduğum öksürük krizi misali
Bilmeden, istemeden, vermeden çaldın içimi.
Dinle,
Gözlerinin içine bakarak, karşıma seni alarak konuşmuyorsam da dinle
çünkü sen gözümün önünde olmasan da dilimin ucundasın,
bulursun kelimlerimde kendini.
Bulmayı hiç istemezsin ama
ben de istemedim inan dile getirmeyi; malesef böyle.
Ne sakin fısıldayışlarım ne de coşkun haykırışlarım var artık;
yoksun, yoksunum.
Tuğlalarla örülmemiş olan duvarların ne denli can yaktığını gayet iyi biliyorum.
Elin elimin otuz santim yanındayken sıkıca tutamamak, bir daha bırakmamak üzere
çok acı; bilemezsin.
Sen güzel kız,
-bana göre en büyük yanlışlık olan- gerçekliğini yaşarken,
başka bir eli tutup gülücüklerini etrafa saçarken;
ben yerden o bana ait olmayan gülücüklerini toplayıp kendi yüzüme yapıştırmak için olan gücümü kullanıyorum.
Ama yok, olmuyor; bulamıyorum gülüşleri ve somurtan bu suratla dolanıyorum.
Renk skalam her saniye kan kırmızısı ve senin renginle dolarken,
axiom istisnası olmayı çabalarken
hiçbir şey yapamıyorum.
Ne tutuyorum ne bırakıyorum;
havada asılı mı duruyorum yoksa düşüyor muyum?

özür





Gözlerin aynaya bakarken aynayla arana girmeye cesaret eden tek beden benimkiydi.
Yüzsüzlüğümü yüzüme vurur gibi,
bana hayatı bıraktırır gibi çektin ellerini;
düştüm.
Tutsan da düşerdim belki,
belki ben kendim bırakırdım ellerini.
Yüzlerini gördüm çünkü;
iki değil daha fazlaydılar sen aynaya bakarken.
Ve en son, sen bana bakarken de gösterdin hepsini:
teker teker.

"Zamanla" derdin, "zamanla olur her şey."
En saf halimle inandığım en büyük yalanın bu muydu bilmem;
çoğunun doğrularını göremedim bile.
Ama bak, artık bakmıyorum doğrular nerede diye.
Gözlerine bakmayı çoktan bıraktım zaten;
her bakış bir şer, her gülüş safi yalanken.
Bakmadığım gözlerinden süzülen her damla
sana daha çok acımamı, senden daha fazla bıkmamı sağlarken
sakın uzatma tekrar ellerini!
Parmaklarım birer bıçak artık senin için;
Tenine hiç değmeyecek, seninle asla kirlenmeyecek bıçaklar.

Artık canımı yakmıyor seni düşünmek,
artık ihtiyacım yok saçlarına dokunmaya;
kendi gerçekliğimi sende aramaya.
Tek masalım olduğunu söylerdim ya, artık çok daha fazla farkındsayım masalların yalan olduğunun.
Paylaştığımızı söylediğin düşü kovdum hayal gücümden; canhıraş.
Sana da söyledim:
sana "seni seviyorum" dediğim için tabiattaki bütün canlılardan milyonlarca kez özür dilerim.

yal-



Kanımın donduğunu hissettiğim bir anı hiç hatırlayamıyorum ben.
ya da neşeleri, gülüşleri, öpüşleri ve hatta vesaireyi.
burada çok yalnızım.

bir eve, odaya hapsolmak nasıl bilir misin? durmak mal gibi.
kimsenin olmaması yanında ve hatta aynada*
umursamaz durmak ama yerinde duramamak; devinimsizlikten rahatsızlığın oluşması.
burada gerçekten bir ben varım.

hal perişan, üst-baş tarumar, saç-yaş kendini şaşırmış gibi zırlar,
burada bir tek ben varım:
adımlarım, kaldırımlarım.

20 Eylül 2009 Pazar

manga sorunsalı.

bunlar sing your song'tayken ben emre abinin ailesi ve kendisiyle çocukluğumdan beri tanışık olmama rağmen "manga 1. altıncı cadde 2. olsun" diyordum. çünkü gerçekten çok sevmiştim onları. tam tersi oldu. sonra yine de albüm çıktı bunların 2005te. BERBAT. müzikten uzak. Nota YOK albümde ya şaka gibi.
neyse bi baktım deniz yılmaz da ayın fikirde benimle. konuştuk falan "eskiden cayır cayır gitar çalarken şimdi dj üstüne arabesk motiflerle rep yapar olmuşlar. davulcuları da drum machine kullanmış kendi çalmamış albümde." yorumunu yazdım bunların fan sitesine. sonra çıktı iş çığrından. bana maille işte hakaret falan filan ettiler. "senin kim olduğunu öğrendik. daha çocuksun" tarzı şeyler. ben delirdim iyice.
"ulan müzik yapmıyorsunuz bi de ona buna bok atıyorsunuz. 'kopyala-yapıştır şu tarzdan, kopyala-yapıştır şu şarkıdan' şeklinde yaptıklarınızı alkışlayaack mıydım bir de? direk piyasaya oynamışsınız medya maymunusunuz lan siz! yazdıklarınız ve yaptıklarınız o kadar basit ki" falan dedim. bu düello devam etti bi süre. sonra kesildi. baktım ben "çocuk" gelince kurbana falan sarmışlar. şimdi şarkının sözlerine bakıyorum benim cümlelerim var...

aha şarkı dedikleri şey.

bunu burada açıklamak istedim. nefretimi gizleyemem.

15 Eylül 2009 Salı

Isparta...

evet. yeni habitatımdayım.

5 Eylül 2009 Cumartesi

ihmal özürü

Çok ihmal ettim buraları çok.
özür dilerim beni okuyanlardan(5 kişisiniz zaten heralde).
Üniversite olayları, türlü türlü sorunlar, "alkolik kuş" tripleri bu hale getirdi beni.
izninizle birazdan uyuyacağım. zira gece uyanıp Arjantin - Brezilya maçını izleyeceğim.

öpücükler.

yakında düzenli hale geleceğim. umarım.

11 Ağustos 2009 Salı

Foça Yolları...


Bu gece gidiyorum. Bir çok beklentim var. Döndüğümde umarım gülümsüyor olurum; giderken öyle değilim çünkü.

6 Ağustos 2009 Perşembe

pürüzler... - ...gerek




iki şiir birden; kutsal bağlantı.

pürüzler

Odana alabildiğine saçtığın karanlığı hissettim.
Sana doğru koşmamın, elinden tutmamın sebebi bu histi belki de.
Alışkanlık değil, bağımlılıksın artık.

pürüzler.
Aklımızla halletmeye çalıştıkça işin içinden çıkamadık.
Düşünmenin yetersiz ve çaresiz olduğunu anlamak için bile düşünmek gerekti;
Ne acı.

Şimdi ben denize baktığımda,
Rüzgarı tattığımda,
Hatta seni aydınlattığımda -gece karanlığında-
Senin olacağım.
Çünkü sen duygularımı kağıda boşaltmakta en zorlandığımsın.
Anlayamadığım bir şekilde
Bana benden daha yakınsın.

Ve şimdi sen; Bj.
Konuş bakalım: var mısın?
Pürüzleri göze alıp koşmaya,
Gökkuşağının başlangıcını bulmaya,
Odanın duvarlarını yeniden boyamaya;
Benimle.

Sen,ben olmayı göze alırsan,
Sen-Ben olmayı göze alırsak
Pürüzler bile kalmaz belki.
İstediğin an / "his" dediğin an;
Bana "Peter" de Wendy.
Memura "Evet" derken gözlerinin içi gülen o mutlu kızcağız gibi
Ya da ilk kez konuşan bir bebek gibi:
Saf, temiz ve istekli.

Yaratmayı düşündüğümüz büyük çatlaklardan -uçurumlardan-
kurtulabilmenin tek yolu bu His.
Mantıksız mantık His'e karşı,
His ise her şeye...

7. ayın 7. günü buldum seni;
İçimdekiler: Bu hoş rastlantının kusursuz ayini.



gerek

Şarkıyı seninle anlıyor, seni şarkıyla tanıyordum.
Yükselirken uzattığım elime o yadırgayan bakışını görmemiştim.
Yanılgı.
Gün gelir biter sandım acı silsilesi,
uzaklık;
Gün gelir parmaklar dokunur...
Majör bir yanılgı.
Bitecek olan tek şeyin his olacağını yeni, yine, yeniden anlıyorum.
Geçken, bitmeye yüz tutmuşken;
Yüreklerimiz bitime göz kırpmışken,
"Kaybetsek de, ruhun nerde?"yi bin arpa boyu geçtiğimizi anlayamadık oysa.
Biz bir arpa bile olmadı sanıyorduk değil mi?
Ne acı.
Kendi kelimelerimin kifayetini yitirdiği,
Peter Pan'ın hızla düşüşe geçtiği -her saniye irtifa kaybettiği- bir anda
şarkının bitişini ilk kez hissediyorum.
O notalar ve o harmoni ile:
"Devam et bu yolda, gereksiz ısrarla..."

26 Temmuz 2009 Pazar

Garip...

BJ mutsuz bi halde uyuyor şu anda.
Ben mutsuz bi şekilde ayaktayım -daha doğrusu oturuyorum-.
Işık bu yolda, ama BJ bu yola gelmiyor... Acıyla yüzleşesi var. Umarım acıyı farkedince tatlının değerini anlar.
Onu seviyorum. bir anlam veya bir etiket aramadan, "bu aşk mı, arkadaşlık mı" diye sorgulamadan seviyorum. Bu gerekli çünkü. Pürüze lüzum yok daha.
Neden yazıyorum bunu bilmiyorum. Onun kaçışlarına dayanamıyorum sanırım. Sorgularına da.
Hadi bunları geçtim; ben onun gidişine nasıl dayanacağım?
07.07'de bulduğum 4 yıllık özel'i, en'i bu şehirden nasıl uğurlayacağım?

of. deliriyorum.
ışık bu yolda ama bu yol neresi?!

24 Temmuz 2009 Cuma

O Berbat Yılbaşı ve Sonrasına Dair




Hepiniz hatırlarsınız BU haberi. Bugün Facebook'ta gezerken bu arkadaşlarla ilgili bir gruba rastladım. o güne ve sonrasına dönmeden edemedim. Buyrun:




O gün televizyonda bu haberi duyduğumda ekran başına kitlendim kaldım. hiçbirini tanımıyordum; tanıma imkanım da sıfıra yakındı zaten ama hepsi akranımdı, hepsi bu ülkede doğmak ve yaşamak gibi bir şanssızlığı benimle aynı dönemlerde göğüslemişlerdi. ankaradaydılar, soğukta. diplomasiye ve bürokrasiye en yakın, denize ise en uzak şehir bence; gülümsemeye en uzak.
Ölümlerinin sırlık bir şeyi yoktu, yine aynı sebeperdi: ihmal.
Faturanın kesileceği bir beden de yoktu, olamazdı da.
Sonrasında bi herif çıktı ortaya, yakası bağırı açık şekilde basın toplantıları düzenleyen bir lüzumsuz olduğunu sonradan anlayacaktık. "karı-kızla eğlendiler" dedi "yarıçıplaktılar" dedi. orada "sakinlik erdemdir" paltosunu çıkartıp portmantoya asmak gerekti. dedim ki içimden: "Ulan şerefsiz, senin karı-kız dediklerin de onlarla eğlenenler de okul arkadaşıydı. ve türkiyenin en büyük vakıf üniversitelerinden birinin öğrencileriydi üstelik.
isterlerse çırılçıplak da olabilirlerdi ayrıca; bu ne seni gerer ne de 'toplum' kisvesiyle tabir ettiğiniz iktidarın yancısı zavallı kesimi. böyle bir bilgiyi senden kimse istemedi; öyle bir bilgiyi akılsızlığınla sallaman ise senin ne kadar belaltı düşünceli olduğunu gösterir; şerefsizliğini. Din meşeyli partinin yandaşısın ya; sor bakalım Tanrı'na bu konuda ne diyecek. 'Clevlent' der heralde. Demiş ya daha önce..."
Vefat eden her kardeşimi rahmetle anarım.
Bu ülkede doğup bu ülkede öldükleri için mutsuz olduklarına da eminim. arkalarından konuşulanlara şahit olduklarına da...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Özgür.

Bu şarkı beni apayrı etkiliyor.
İlk dinlediğim gün de böyleydi hala da böyle...
Bugün mail kutumda bulduğumda (cafer can çok sağol) "madeni buldum" dedim. bu his'ti.
beni bu denli etkilemesinin sebebini bilemem. duygu açısından mutlu, hayat açısından kaygılı olmam gereken bi dönemde her açıdan ÖZGÜR olmayı seçiyorum.
sözler ve myspace linki burada. Keyifli dinlemeler. teşekkürler Poligami! :
Poligami MySpace

uzakta ve mavi, dokunmadan derine
karışıktır belki ama hala içerde...

ışık bu yolda, yardım değil hiç bilmeden
ışık bu yolda, yardım değil hiç görmeden...


Not: Diğer şarkıları da ara ara yazağım. kafama estikçe.

Sakinlik



Anladım ki sadece sakin'e karşı değilmiş benim sakin olamama durumum.
Vandal değilim, gereksiz değil hiçbir öfkem de bana göre ama çok şiddetli oluyor. duramıyorum.
neden böyle?
ücretsiz psikolog arıyorum.

TAAHHÜT

Dostum Halit Soy'un çektiği; Sırpların zamanında Boşnaklara uygulamış olduğu soykırımı anlatan ve gerçek görüntülerden oluşan takdiri ve izlenmeyi sonuna kadar hakeden belgesel...
Buyrun :
TAAHHÜT

16 Temmuz 2009 Perşembe

sakin'e karşı sakin kalamıyorum.





İkarus Başarsa çok beğendiğim bir şarkı olmasına rağmen albümün genelindeki "biz mor ve ötesi 2yiz" havasının bir parçasıydı. ama bu klip... Özde çekmiş olmasaydı tepkim daha fena olabilrdi. izler izlemez forumlarında ilk söylediklerim :




Berbat, kaliteden uzak, yaratıcılıktan daha da uzak.
Rakun Müziğin parası mor ve ötesinin cebine gitmek yerine kendilerine bağlı müzisyenlerin adını duyurabilitesini sağlamak amacıyla bir bütçeye dönüştürülmeli.
mor ve ötesi sanırım o şirketi bir dükkan olarak görüyor. dükkan bile olsa ürünün tozunu almak ve tanıtımını yapmak gerekir. bu yürümeyi öğrenen çocuğu doğal ortama salıp el uzatmamaya benziyor. yazık. albüme bu kadar karışan adamların bu kliplere gram el uzatmadıklarını düşünmem çok yazık...
sakin'den geçti artık olay. albüm çıkmadan önce 30 ocak 2008de "denek hayatım"ın albüm kaydını dinlediğim anda anlamıştım neler olduğunu ve olacağını.
umarım gren'in sonu böyle olmaz. onların albümünü anlamadıklarından mı bilmem ama sizin albüme nispeten daha az karışılmış o albüme.
bu foruma 2008 mart'ından beri girmiyordum ama artık bu klibi de görünce ağlamamak için kendimi zor tuttum ve buraya kustum.
yeter. yapmayın.

7 Temmuz 2009 Salı

Ulaşbey'in Futbol Damarı

Çocukluğumdan beri tutkum olan futbolla ilgili birkaç bir şey yazmışlığım vardı hep. şimdi ise biraz daha fazla kavrayabildiğim bir dünya olduğunu farkettim futbolun. futbol sadece futbol değildir. Futbol Hayattır.

Bu blog genel bir hayatı temsil ettiği için içinde 2. bir hayat barındıramayacağına karar verdim. bu yüzden buyrun :

http://ulasbeyinfutboldamari.blogspot.com/

27 Haziran 2009 Cumartesi

Jackson...


Huzur içinde yat Mr. Moonwalk.
Siyah doğdun Beyaz öldün. Ölüm hep beyazdı ama bu kadar derin olmamıştı. Unutulmayacaksın, UNUTTURULMAYACAKSIN!

yer tut bize de oralardan. Geldiğimiz zaman dans edebilecek alanımız, şarkı söyleyebilecek mikrofonlarımız olsun...

21 Mayıs 2009 Perşembe

VÖcard




V.Ö. Card
Vedat Özdemiroğlu çok sevdiğim bir Uykusuz yazarıdır. Köşesi konusunda diyebileceğim fazla bir şey yok, zira Uykusuz ekip olara işinin ehli insanlardan oluşmuş bir mizah dergisidir. Yazarından çizerine, espri üreticisinden matbaasına-son haftalarda Cuma gününe kadar sarkmış olsalar da- işini iyi yapanlardan kurulu bir topluluk. Benim bahsedeceğim mevzu ise Vedat Özdemiroğlu’nun diğer medya dallarındaki performansı ve duruşu.
Vedat Özdemiroğlu 40 yaşında bir insan. Bundan önce bir çok reklam filminde senarist, yönetmen hatta küçük rollerdeki oyuncu olarak bulunmuş birisi. Birçok kitap yazmış, ÖSYM ile alay etmiş ve benim gibi Beşiktaş aşığı bir birey. Fakat gelgelelim şu anki vaziyetine:
Vedat Özdemiroğlu’nu bir ay kadar öncelerde Rock müzisyeni ve oyuncu olan Erdem Yener ile birlikte bir kredi kartı reklamında gördük – markayı vermek istemiyorum-. Uykusuz gibi radikal ve muhalif bir dergide bulunan, bir kanalda kendi programı olan bu insanın tüketim çılgınlığının en büyük neferi olan kredi kartlarının tanıtımında var olmasına çok da takılmadık. Neticede reklamlar komikti, gülüp geçiyorduk; kafa yormuyorduk.
Şimdilerde Manga isimli Rap-Rock grubu yeni albümü “Şehr-i Hüzün”ü yayınladı(net tarih vereyim. 15 Nisan 2009) . Albüm öncesi elime “Dünyanın Sonuna Doğmuşum” isimli parçanın kaydı geçmişti. Manga çok fazla sevmediğim bir grup olsa da protest, eleştirel sözlerinden çok hoşlanmıştım şarkının. Albüm çıktığında, röportajları okuduğumda da her şey yolundaydı. “Klipte Vedat Özdemiroğlu oynuyor.” Diyordu vokalist Ferman Akgül. Hâla kafada şimşek çakmamıştı bende; ta ki klibi izleyene kadar.
Klibi bir çoğunuz izlemiştir, zira müzik kanalları Manga’nın bu 4-5 sene aradan sonra çıkan albümünün üzerine epey düştü. Hatta bir müzik kanalı –yine isim vermiyorum- 25-26 Nisan Cumartesi-Pazar gününü “Manga Haftasonu” ilan etti. Her neyse, gelelim klibe:
Klipte Vedat Özdemiroğlu’nu Çarkıfelek dalgasından ilişki programlarına, “Bul karayı al parayı” programından evindeki televizyonun başında, kazandığı halıyla, görebiliyoruz. Ve o anlarda kafadaki beklenen şimşek çakıyor. Şaşırıyoruz.
Vedat Özdemiroğlu dergi yazarlığı, kitap yazarlığı, reklam yazarlığı, reklam yönetmenliği, program sunuculuğu, komedyenlik, Beşiktaşlılık, reklam oyunculuğu dışında bir de klip oyunculuğu ile karşımıza çıkıyor. Asıl durum son yazdığım iki meslekte –aslında hepsinde ama son iki görevinde ayan beyan görünüyor- : Vedat Özdemiroğlu ikileme düşecek kadar çok seviyor parayı. Buyrun şarkıdan bir söz: “…Yeni bir kart verdi bugün bankam, puanlarım artık en büyük kankam…”. Bir de reklama dönün, ne reklamıydı? Hatta şunu yapın: Önce klibi izleyin; şarkıya dikkat ederek, kulak vererek. Sonra da o reklamlar zincirine bir göz atın. Ama bana “oğlum adam para kazanacak. Rol onlar rol.” Demeyin sakın. Bu kadar çok meslekten, bu kadar çok gelir kaynağından sonra net bir tavır koyması gerekir her bireyin.
Vedat Özdemiroğlu hâlâ benim gözümde Beşiktaşlı ve Uykusuz yazarıdır, okurum. Ama bu yazıyı okuması gibi ufak bir ihtimal varsa aynanın karşısına geçip şu sözleri tekrarlamasını dilerim: “Ayna ayna, söyle benden daha gamsızı var mı? Ayna ayna, söyle benden daha arsızı var mı?...”. Ferman Akgül’ün başka sözleriyle de bitiriyorum, aynı şarkıdan: “…Bu alem geçmiş kendinden, ne gelir elden?..”

Ulaş Kalkan
Yirmiyedinisanikibindokuz.

30 Nisan 2009 Perşembe

dinle.




“Dinlemek” eyleminin Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre dört tane anlamı var: 1. İşitmek için kulak vermek, şarkıya kulak vermek 2. Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğince davranmak. 3. Kulakla veya dinleme aletiyle hastayı muayene etmek. 4. Uymak, baş eğmek, itaat etmek.
Ama benim şu anda anlatacağım bunların hiçbiri değil. Biraz hissel bir anlatım deneyeceğim, bakalım olacak mı?
Sevmek denir bazen hani, aşk denir. Bir insanın başka bir insana karşı, karşı koyulmaz cinsel dürtülerinden yola çıkarak betimlenebilecek ya da betimlenemeyecek duygu silsilesidir bunlar ama benim için cinsel dürtülerden ziyade bu kelimeler dinlemek ile açıklanabilir. Bir insana âşık olup olmamayı(kimseye kullanmasam da “aşk” kelimesini) anlamak için en özel şeydir dinlemek. Bazı karşı cinsler(çarpık ilişkileri bilemem benim ilgim karşı cinslere) vardır, anlata anlata bitiremezler mesela. Sesi bir yerden sonra katlanma seviyesinin üstüne çıkıyorsa bilirim ki ona karşı hiçbir şey hissetmiyormuşum. Çünkü onu yanımda gezdirmekten, dış güzelliğiyle çevremde itibar sağlamaktan başka hiçbir şey yokmuş bilinçaltımda fakat dediğim gibi bilinçaltımda olmuştur her şey. Bunun farkına ona katlanamamaya başladığım anlarda varırım. Yani “şu hatunla sevgili olursam büyük sükse yaparım” diye kimseye gitmem, sonradan anlaşılır vaziyet.
En başta da dedim, şarkı dinlemekten bahsetmiyorum yani karşımdaki insanın opera sanatçılarına taş çıkartacak bir sesi olması değil arzum, dedim ya hissel bir şey.
Az konuşan insanlara karşı da hissedilebilir bu, normaldir. Çünkü konu ne anlatım şekli ne ses tonu ne ses rengi ne de anlatılanlardır. Aşktır asıl mesele. Aşkın da o sahte, duyulduğu sanılan hissiyatı veya yalan “seni seviyorum”lar tarafı değil; fark edilen aşk.
Birini çok özlersin, gözünde tüter bir zaman sonra da yanında biter ve mutlusundur ama ne o seni dinliyordur ne de bir şeyler anlatıyordur. En başlarda fark etmezsin, durursun öyle; sarılırsın, öpersin vs… Bir süre sonra bu konunun farkına varırsın, çok fazla odun veya gösteriş budalası değilsen. Dibe gider ilişki ve kaçınılmaz son ayrılıktır.
Çok zaman geçer aradan belki. Biri çıkar karşına, onun gözlerine bakar ve içinden geçenleri anlarsın. Onun gözlerine bakıp o gözlerin gördüğü her şeyi bilmek istersin, anlatırsa mest olursun. O zaman durup düşünür “Lan bundan öncekilerde ben neye tutulmuşum ki, asıl sevgi bu, ben bu insanı dinlemeyi seviyorum” dersin. Ama bu sefer de o senin gözlerinin gördüklerini, hislerinin yoğunluğunu hafife alır ve terk edilirsin: hazin son.
En sonunda biri çıkar belki karşına. Seni dinlemeyi seven, senin de dinlemeyi sevdiğin biri olur bu karşına çıkan. İşte o an gerçek aşkı bulursun. Anlatılanlar, anlatılacaklar bitmez. Anlarsın ki dinlemek her şeyin en önemli anahtarıymış. Dinlediğin gözler sana yabancı olmaz, dinlenen gözler de ona yabancı değildir. O gerçektir ve artık bitmeyecektir…


şubatikibindokuz

gülümse.



- Günaydın sevgilim.
- Günaydın canım.

Erdem uyandı. Sol tarafına bakar bakmaz yine yüzünü o gülümseme kapladı. Beste’nin aşık olduğu o gülümseme.

Saat 9:30du. Bir yıla yakın bir süredir işsizdi. Ailesinin ona gönderdiği parayla yaşıyordu. Sahi, ona neden para gönderiyorlardı? Eli ayağı tutuyordu, bir işe girebilirdi. Son işinden neden ayrıldığını da bilmiyordu, hatırlamıyordu. Çok da kafa yormuyordu bunlara.

Mutfağa gitti ve kahvaltı hazırladı. Bu inceliği Beste için yapmayı seviyordu. Gerçi Beste pek bir şey yemiyordu, sadece ona bakıp onunla konuşuyordu ama bu yeterdi Erdem’e. Onu sevdiğini biliyordu.

Son bir sene içinde işiyle birlikte birçok şeyden kopmuştu. Neredeyse hiç dışarı çıkmıyordu. Bu yüzden de pek arkadaşı kalmamıştı çevresinde. Sadece Cenk vardı o da pek arayıp sormazdı. Geçmişi düşünüyordu ama hafızasındaki görüntüler çok bulanıktı. Yormadı yine kendini.

Oturdular kahvaltı yaptılar Beste’yle. Biraz sohbet ettiler çokça da bakıştılar. Aşk kelimeleri söylüyor aşk cümleleri kuruyorlardı usulca. İkisi de andan zevk alıyor gibiydi.

Kahvaltıdan sonra odada oturdular. Baktılar birbirlerine uzun uzun. İkisi de delmek istemedi sessizliği. Sustular ve izleştiler hayranca. Erdem yine gülümsüyordu.

Erdem markete gidiyordu. Günlük gazetesini ve yiyecek birkaç şey alarak döndü eve. Beste’yi göremedi. “Muhtemelen yürüyüşe çıkmıştır.” Dedi kendine ve gazetesini okumaya koyuldu. Tam gazetesini okurken telefon çaldı. Pek duymuyordu bu sesi, garipsedi. Kalkıp baktığında ekranda Cenk yazıyordu. Cevapladı :
- Abi nerdesin sen?
- Evde.
- Bugün bi görüşebilir miyiz?
- Yine aynı mevzuu mu Cenk?
- Abi bi görüşelim yüz yüze. Hadi be!
- İyi, peki.
- Tamam abi yarım saat sonra seni evden alırım.
- Tamam.
- Görüşürüz.
- Görüşürüz.

Yarım saat olmuştu. Erdem hazırlanırken Beste hâlâ gelmemişti. Bu konuya çok takılmadan çıktı evden.

Cenk’in arabasıyla sakin bir köşeye geçtiler. Yolda aldıkları biraları açtılar ve muhabbet ettiler biraz:


- Ya oğlum n’apıcam ben mezarlıkta? Ne işim olur? Ne gösterecekmişsin orda?
- Erdem. Ne abi bu “zor adam” tripleri? Lütfen gidelim yarın. Hayatın için önemli bir şey bu.
- Ne tribi ya? Ayrıca benim hayatım Beste. Onun dışında önem yok benim için.

Cenk duraksadı. Gözyaşını içinde tutarak :

- Abi gidelim yarın lütfen. Hatırım için.
- Ne yapıcam orda ben söylesene? Havası bile kasvetli.
- Rica ediyorum abi senden. Sadece rica.

Erdem Cenk’in gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce kabul etmek zorunda hissetti kendini. Neden gözleri dolmuştu ki Cenk’in? Aslında ilgilenmiyordu. Aklında Beste’si vardı çünkü şuan.

Eve vardıklarında hava kararmıştı. Cenk’i eve davet etti ama o çıkmadı yukarıya. Hiç kabul etmiyordu bu daveti.

- Neden çıkmıyorsun oğlum ya?
- Yok abi gidiyim arkadaşlar bekliyor.
- Hiç gelmiyorsun ama.
- Geliriz abi bi ara ayıp ettin. Ama şimdi acelem var.
- Peki o zaman görüşürüz.
- Görüşürüz abi yarın sabah. Kendine iyi bak!
- Sen de.

Eve girdi, Beste’yi gördü. Sarıldı sıkıca. Hiç konuşmadılar sadece dakikalarca sarıldılar. Sonra da yatakta yüz yüze dönüp bakışarak uyudular.

*******************************************************

Sabahın köründe Cenk’in telefonuyla uyandı. Geciktiğini fark etti. Yatağın solu boştu bu sabah. Beste duştaydı herhalde. Çabucak hazırlanıp çıktı. Çok uzun işleri olduğunu sanmıyordu.

Mezarlığın içinde önde Cenk yüzünden süzülen gözyaşlarını Erdem’e belli etmemek için arkasına bakmadan yürüyordu. Erdem de bezgin bir ifadeyle onu takip ediyordu. Cenk durdu. Tam önündeki mezara baktı, sonra da mezar taşına. Kendini toparlama çalıştı, gözyaşlarını sildi ve Erdem ‘e döndü.
- Abi n’olur kendine gel artık. Gerçeği görmen için geldik buraya. Bir yıldır ömrünü yedin bu yaşında. Yüzleşmeni istiyorum gerçekle çünkü yaşayan bir Erdem görmek istiyorum ben artık!

Mezarın önünden çekildi. Erdem mezar taşına bakakaldı.

BESTE DİNLER

25.11.1984 – 03.07.2007

Tam bir sene olmuştu. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ve Beste’nin sözlerini hatırlardı : “Aşkım ne olursa olsun en zor anında bile gülümse. Gülümsemen aramızda bir bağlantı kuruyor sanki. Gülümsediğinde hissediyorum seni ruhlarımız iç içe geçmiş gibi…”

Erdem gökyüzüne baktı. Ve tam o sırada bir damla yağmur düştü alnına. Ve bir daha ve bir daha…

ikibinsekizdebiryazgünü

A.G.D.


Oda karanlıktı. Onur başına oturduğu piyanoda el yordamıyla notaları tutturup az önce yaptığı bestesini çaldı tekrar tekrar. Ezel dinliyordu çünkü, önemliydi.

Düşündü. Geçen yıllar vardı zihninde. O peşinde koştuğu, saçının telini “altından farksız” olarak lanse ettiği Ezel yanındaydı, hiç gitmeyecekti. Gözünün önünden hızla geçiyordu rezil oluşları. Ezel’in attığı kahkahalar ve her seferinde dudaklarından dökülen “hayır”lar hâlâ kulaklarındaydı… Ama o artık buradaydı, hiç kimse bunu değiştiremezdi.

İlk karşılaştıkları gün: Onur için bir yeniden doğuştu sanki. Ezel o gün onu fark etmiş miydi bilmiyordu ve sormuyordu. Kafasının üzerinde oluşmuş düşünce balonundan pek de hoş olmayan anılar geçmeye devam ediyordu. Ruhuna saplanan her bıçak tek tek aklına geliyordu Onur’un. Ezel’in “Sen ve ben çok farklıyız. Sana elbette değer veriyorum ama arkadaş olarak. Biz fikrini ancak arkadaş kalmak olarak tut aklında lütfen…”diye o naif sesiyle kulaklarında tınlatışının ardından hep daha çok sevmiş, daha çok bağlanmış ve aynı oranda da yara alır hale gelmişti. Ruhu kanıyordu.

O soğuk kış günü görmüştü Ezel’i. Yanındakine sarılıyor, onu öpüyor, o yıldız ışıltısından ödünç aldığı gülümseyişini hiç bozmuyordu. Gördükçe Onur eriyordu sanki. Daha da siyah oluyor daha da suskun kalıyordu içi.

Aynı gün, bugün: Ezel’i aradı akşamüstü. Davet etti, dostça konuştu. Bir şarkı yazmaya çalıştığını ve onun yardımına ihtiyacı olduğunu yani doğruları söyledi. Ezel de zevkle yardım edeceğini, yarım saate orada olacağını söyledi.

********************************************************************

Onur düşüncelerden sıyrılıp ışığı açtı. Yerde kanlar içinde yatan Ezel’e baktı. Gülümsedi usulca. Piyanonun başına geçti ve şarkısını tekrar çalıp söylemeye başladı:

Neden sustun?
Sözcüklerin ne güzeldi,
Ellerin siyaha boyanmış sanki
Gülümse.

Artık güçler dengede.

Sesim çıkmaz,
Sözcüklerim duyulmaz
Ellerim kanına bulanmış sanki
Gülümse.

Artık güçler dengede.

Benim gördüklerimi gördün mü sen de?
Benim duyduklarımı duydun mu sen de?”

Evet, artık güçler dengedeydi. O Onur’un ruhunu öldürmüş Onur da buna karşılık onun bedenini öldürmüştü. Piyanonun tuşları üzerinde kırmızı damlacıklar vardı…

Not: Başlık, kurgu ve şarkının sözleri Arın Kuşaksızoğlu’nun yazdığı bir Kül şarkısı olan “Artık Güçler Dengede”dendir. Arın Kuşaksızoğlu bir çizim yapıp ortaya koydu, ben de çizgileri taşırmadan o resmi boyamaya çalıştım.

Şarkıyı dinlemek için : www.myspace.com/kultr adresine girebilirsiniz.

otuzocakikibindokuz